Monday, December 20, 2010

"Ben aptal mıyım Alex'i oynatmayayım?", Telafi edilebilir de ne demek?....Part 2

Trabzon maçı sonrası yazdığım blog'da (buradan okuyabilirsiniz) bazıları için o zamanlar görünen köy olan gerçekleri irdelemiş, kılavuza ihtiyacı olanın ise Aykut hoca olduğunu anlatmıştım.Trabzon'a verilen moral, güç, avans ve ivmenin telafisinin o kadar kolay olmayacağını, Alex ve Stoch ile oynamamın bedelinin çok yüksek olabileceğini vurgulamıştım. Sanırım şu anda ki manzara karşısında bunu pek tartışmak mümkün olmayacaktır. Alex'i takımdan düşürme çabalarının sonucu olarak ilk yarı Trabzon'un 9 puan gerisinde kapatıldı; ne kadar sayın Gürcan Bilgiç'i üzse de, Aykut hoca vazgeçmeseydi inadından, buralarda bile tutunamazdık, hatta Alex'i maç ortasında oyundan çıkarma inadından da vazgeçti de Sivas maçında 3 puanı kurtarabildi Fener, sezon başında ki aklı ve sayın Bilgiç'e göre misyon bilinci olsaydı yine Alex'i 65'te çıkarıp 3puanı teslim ederdi hocamız.

Aykut hocanın son verdiği röportajlar doğrultusunda kendisi hakkındaki görüşlerim bir kez daha değişti. Ben kendisinin bu hataları megalomani uğruna yaptığını düşünüyordum, ne pahasına olursa olsun kendi imzasını atma çabası olarak görüyordum; fakat bu son röportajları gösteriyor ki saflık ve tecrübesizlikten kaynaklanıyormuş hatalar. Bu durum Fener'in başında olmaya hazır olmamaması ve Daum'a haksızlık yapılmış olması konularını da etkilemiyor aslında, hatta bir bakımdan bu iddiaları güçlendiriyor.

Trabzon'a, Kayseri'ye, Galatasaray'a hediye edilen puanlar yüzünden kara deniz fırtınası esiyor ligde, Aykut hocanın başarısıdır bu. Sadece bu üç maçtan alınacak 9 puan Fener'i lider yapmaya yeter ve artardı; o zamanda Trabzon her zamanki lideri kovalayan takım olurdu. Dikkat edin burada Trabzon'un etkisi olabilecek sadece bir maç var.

Hocamızın saflığı ve acemiliğini belgeleyen konulardan bir kaçını hatırlatmak isterim: o zaman verdiği "telafisi var" demeci, Kayseri maçının ortasında Alex'i çıkarması, maçta yedek stopersiz kalması ve Selçuk'u bu bölgeye çekmesi, Mehmet Topuz'u ön libero kullanması (hem de Galatasaray'a karşı), Yobo transferi (Lugano ve Bilica dururken bizi Bekir ile oynamak zorunda bırakan transfer olduğundan), bir çok maçta Alex'i erken çıkarıp maçın sonucunu aleyhimize çevirmesi (hem lig, hem Avrupa maçlarında), şimdide transfere ihtiyacımız yok demesi...

Bu liste aslında çok daha uzun ama aynı şeyleri tekrar tekrar yazmak istemiyorum, eski bloglarda bu konuları ayrıntılı olarak ele aldım (buradan tüm eskilere ulaşabilirsiniz). İleriye dönük yazmak istiyorum hala zaman varken fakat önce bir kaç dikkat edilmesi gereken konuyu hatırlatmak istiyorum:


  1. Geçen yıl Dos Santos, Bilica, Lugano, Gökhan, Emre, Baroni ve Alex defans ve orta saha dizilişi aynı kaleci ile ligin en az gol yiyen, en az gol pozisyonu veren iki takımından biriydi. Bu yıl Caner, Yobo gibi katkılara rağmen çok gol yiyen, çok pozisyon veren bir takım Fenerbahçe. O kadar ki bazı taraftarlar bunun sadece yeni stoper, sol bek ve ön libero ile çözülebileceğini iddia ediyor.
  2. Geçen yıl ligin en çok topa sahip olan, en çok pozisyona giren, en çok pas ve en çok isabetli pas yapan takımıydı Fenerbahçe. Bu yıl tüm bu istatistiklerde çok geride olmasını açıklamak nasıl mümkün? Geçen yıl bu başarılı futbolun merkezinde ki iskelet kadro (Volkan, Dos Santos, Lugano, Gökhan, Emre, Baroni, Alex, M. Topuz) hala takımda, bunların arasında Baroni, Emre ve Alex geçen yıldan daha formda, geçen yılın beğenilmeyenleri Vederson, Guiza, Bilica yerine beğenilen Yobo, süper Niang, Dos Santos'u kesen Caner ve süper iki kanat oyuncusu eklendi takıma (Dia ve Stoch). Bu takımın daha ileri gitmemesinin, bir de geriye gitmesinin, sebebi ne olabilir sizce?
  3. Geçen yıl bir çok maçı son dakikalarda çeviren, kondisyonu güçlü bir takım vardı sahada (aynı oyuncular hatırlatırım) bu yıl ikinci yarıda çöken bir takım var sahada. Niang, Stoch geldiklerinde çok güçlü fizikleri ile ileri çıkıyorlardı, şu an Stoch kontrataklarda Alex'e yetişmekte zorlanıyor maçın sonlarında, Niang için maç yorumcuları eski Niang değil (ne zaman eskidiyse...) o Niang bunları gol yapardı, eski görüntüsünden uzak diye yorum yapıyorlar maç esnasında! 
  4. Geçen yıl Uğur Boral'ın sakatlığı, Deivid'in formsuzluğu, Kazım'ın cezalandırılması ve Roberto Carlos'un ayrılmasından dolayı kanat oyuncusuz kalan takım çareyi Özer ve Mehmet Topuz'u kanatta oynatmakta bulmuştu; bir çok futbol adamına göre şampiyonluğun kaçmasında önemli bir etken olmuştu bu durum (sayın Rıdvan Dilmen dahil). Bu yıl kanatlara Stoch, Dia, Caner ve hatta iyi kanat oynayabilen Niang alındı, ayrıca Uğur düzeliyor, Kazım da takıma dönmüştü. Fakat hala asla kanat oynayamayan Mehmet Topuz oynuyor sağ açıkta! 


Siz bunları düşünürken bir de ileriye dönük bir kaç yorum yapmak istiyorum. Transfer'e gerek yok demeye başladı hocamız fakat bu çok yanlış; Sivas maçında Lugano'nun oynamaması bir önce ki hafta yenilen gol değil yabancı sayısından kaynaklanıyor. Caner Dos Santos'un yerini dolduramıyor, Bekir asla ve asla Fenerbahçe'nin stoperi değil, Gökay genç ve yetenekli ama daha zamana ihtiyacı var. Bu durumda Yobo ve Lugano'nun beraber oynaması demek, Dia/Stoch ikilisinden sadece biri, Dos Santos/Baroni ikilisinden sadece birinin oynayabilmesi demek. Yani Niang, Alex, Lugano ve Yobo oynadığı zaman Stoch, Dia, Santos ve Baroni dörtlüsünden sadece iki oyuncu oynayabiliyor. Baroni'nin kabul edilebilir alternatifi Selçuk , Santos'un Caner alternatifi var fakat Yobo, Lugano dan sonra gelen Bekir, İlhan opsiyonları Fenerbahçe için yetersiz. Bu durumda bir yerli statüsünde stoper alınması şart, 1 de sol bek veya ön libero alınabilir.
Yerli statüsünde benim gördüğüm üç olasılık var, bunlar Malik Fathi, Serdar Taşçı ve şayet Galatasaray ile yollarını ayırma durumu olursa Servet Çetin. Bunlardan biri alınmazsa hoca mecburen Bekir, Caner, Gökay gibi oyunculara mahkum kalacak ki her maç olmasa da bazı kritik maçlar için bu oyuncular yetersiz kalacaktır. 9 puan da geride olduğumuzu düşünürsek böyle bir lüksümüz kalmadı. Ara transfer bir stopersiz kapatılırsa şampiyonluk mucizelere kalır.


    

 

Thursday, December 9, 2010

Kahramanlarımız - Emre Belözoğlu rol modeli


Daha önce yazdığım bir blogdan alıntılarla bezenmiş bir spor, ahlak, etik ve durum değerlendirmesi.

Bu blog sayfasının sıkıcı (eğlenceli bölümleri de olacak söz) misyonlarından biri ülkemizin spora bu kadar gönül vermişken neden gerekli seviyede sporcu üretemediği konusudur. Kesin olan bir şey var ki böyle bir sonucu tek bir sebebe bağlamak mümkün değildir ama aynı zamanda bunun önemli sebeplerini tek tek ortaya çıkarıp konuşmak gerekir ki bir ilerleme kat edilsin. 

Basketbolun son yıllarda önem sırasında fırlamasına rağmen, Türkiye hala futbol sporunun egemenliği altındadır. Bu bakımdan çarpıklıkları göstermek açısından ve güncel olmak açısından şu an milli takım ve Fenerbahçe'nin önemli (bazılarına göre en önemli!) futbolcusu Emre Belözoğlu'nu tartışmaya açmak istiyorum. 

Yorumcular Emre'yi yere, göğe sığdıramıyor, Emre yılın futbolcusu seçiliyor, Başbakan nikahında şahitlik yapıyor ve kaptanlık rolleri veriliyor kendisine hem kulüp seviyesinde, hem milli takımda. Bu bakımdan da gençlere ister istemez örnek gösterilmiş oluyor, örnek teşkil ediyor. Fakat bu bakış Emre'nin sadece tek bir yönünü görüp geri kalanını vatan evladı diye görmemezlikten gelmek olmuyor mu?

Emre daha 20 yaşını doldurmadan sabahın 5.30'unda, bomboş yolda, "namaza giderken" adam ezmiş bir insan, Türkiye'nin en imaj zedeleyici futbol olaylarından Isviçre maçında başrol oynamış bir futbolcu, GS günlerinde, ulusal televizyonda, kendilerini korumakla görevli polis memurunu "laf etti" diye tartaklamış bir vatandaş, Ingiltere'de "elçi" konumundayken ırkçılıkla suçlanmış bir Türk, daha geçenlerde kendisine faul yapan genç oyuncuya boyun kesme hareketi ile "sen öldün" işareti yapan bir meslektaş (kendisine yapılan faulden fazlasını rakiplere yapmasına rağmen), maç içerisinde her yakın çekimde ağzından a.k.ç sözlerinin döküldüğünü gördüğümüz bir rol modeli, kendisine yapılan faullerden sonra her zaman intikam almaya çalışan bir sporcu, bir yerine beş takla atıp her zaman hakemi aldatmaya çalışan bir profesyonel, maç içerisinde her zaman agresivite, hırçınlık ve tansiyonun merkezi. Bu listeyi uzatmak mümkün ama sanırım demek istediğim anlaşılmıştır, bu oyuncuyu, sporcuyu, vatandaşı, insanı biz örnek olarak, kaptan olarak sunduğumuz zaman doğru yapmış oluyor muyuz?

Bakın 2000 yılı olaylarını kaleme alan Hürriyet gazetesinden bir alıntı: 
"Galatasaray ve milli takımın genç yıldızı Emre Belözoğlu da trafik canavarı mağduru oldu. Emre, karşıdan karşıya geçmekte olan Kadir Çetin'e çarparak ölümüne yol açtı. Bir süre gözaltına da alınan genç futbolcu, uzun süre olayın etkisinden kurtulamadı. "
Yani mağdur Emre, canavar Kadir Çetin, yazık Emre'ye, çok etkilenmiş. Isteyen şöyle bir deneme yapsın, bu yazıyı herhangi bir dile çevirip bir yabancıya fikrini sorsun ve tepkisini ölçsün. Ne kadar suçlu bulunmamış olsa bile Ingiltere'de Türk imajını zedeleyici bir duruma düşen, Isviçre maçında Türkiye'nin utanç kaynağı olan, ulusal televizyonda polis tartaklamış, trafik kazasında "talihsiz" bir şekilde adam öldürmüş bir vatandaşın nikah şahidi ülkenin başbakanı olur mu? Şu anda ülkemizde herhangi bir polis memuru Emre'ye müdahele etmeye cesaret edebilir mi?
 Emre : Ceza beklemiyorum (yani hiç bir şey yapmadık ceza gerektiren!), ve FIFA'nın kararı:

Bir kaç hafta önce sayın Altan Tanrıkulu (2 Kasım) Emre hakkında bir yazı aldı kaleme; "Emre Böyle Değişti" adındaki yazıda Emre'nin ne kadar hırsını dizginleyip faydalı kullandığı yazıyordu. Emre'nin hakemlerden önyargılı olmamalırını istediğini yazıyordu. Salı günü çıkan bu yazıdan hemen önceki hafta sonu Emre küfür eden taraftarlarla maç sonucu tartışmıştı ve bu yazıdan 4 gün sonra oynanan maçtan sonraki Sabah gazetesinde çıkan yorum: "Hakem Gezer'e sinirlenip topa sert giren Emre'nin sağ üst adelesinde yırtık oluştu." Bu sinirin başladığı pozisyonda ise (Lig TV sağolsun 82 açıdan seyrettik) Emre rakibinin ayağına vuruyor, hakem de faul çalıyor, Emre topa vurduğunu iddia ediyor ve 32inci dakikada sakatlanıp çıkıyor. 30 yaşında takdir edilecek kadar olgunlaşmış milli kaptan, futbolcu, sporcu, gençlere örnek bu insan. 

Bir de verdiği emeklere saygı gösterilmesi gerektiğini, saha dışında yaptıklarına değil saha içinde yaptıklarına bakılması gerektiğini söyleyenler var. Emre saha içinde olsun, saha dışında olsun gençlere anti-modeldir. Yetenekleri, tekniği, hızı tartışılmaz ama bunlar daha çok vergi, kendinde geliştirdikleri ise tamamen noksan. Allah vergisini örnek almak mümkün değil, ya vardır ya yoktur, ama örnek alınacak olan şeyler kendi kendine ve karşılıksız geliştirilen şeylerdir.  Saha içi hareketlerinden derleme resimler...
  

Nobre'yi eli ile gol attığı için sahtekar, Bilica'yı penaltı noktasını kazdığı için karaktersiz, Nouma'yı malum yerini tuttuğu için istenmeyen adam ilan eden bir ülkede Emre'nin ulusal kahraman ilan edilmesini izah etmek; Gökdeniz'in şike yaptığı resmi olarak kanıtlanmışken onun milli takıma alınmasını isteyenlerin hala olması, şike olayından sonra milli takımda oynamış olması ülkemize yakışmaması gereken olaylar değil mi? Yok efendim, çok hırslı, yok gençlik hataları diyerek geçiştirmek yakışık olmuyor, adam başka oyuncuya boynunu keserim hareketi yaptığında 29 yaşındaydı. Daha bu son milli hezimetimizden sonra Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz Gökdeniz'in gözlerden uzaklaşınca, gönüllerden uzaklaştığını yazmış. Yani Türk milli takımının hali o kadar kötü, cebine milyonlar girerken şike yapacak kadar profesyonellikten uzak, ahlak ve karakter değerleri düşük oyunculara bile muhtacız!


Bir çok kişi Emre ve Alex mukayesesi yapıyor ama resme bir bütün olarak bakmak gerekiyor, sadece avantaj sağlayan dar açıdan değil, ne de olsa ülkemizin, belki de dünyanın gelmiş, geçmiş en önemli ve saygın liderinin çizdiği yolda yürümeye değer veren bir ulus olmakla övünüyoruz ve onun görüşünü hepimiz ezbere biliyoruz, "Spor , yalnız beden kabiliyetinin bir üstünlüğü sayılmaz. İdrak ve ahlak da bu işe yardım eder. Zeka ve kavrayışı kısa olan kuvvetliler, zeka kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkamazlar. Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim."Geçenlerde eşinin ameliyat haberinden dolayı aklının karıştığını dürüst bir şekilde ifade eden Alex'e bu sebeple eleştirenler var, oysa aileden daha büyük bir öncelik olabilirmi? Adam 6 yıldır, ülkesinden uzak ve tek destek ünitesi ailesi; çocuklarının annesi ameliyat edilecek ve neden aklı orada kaldı diyebiliyoruz! Üstüne üstelik adam çıkıp maçı oynamış ve oyundan çıkarılana kadar FB önde! Adam dobra dobra gerçekleri söylüyor ve biz bunca yakışıksız adamı kucaklayıp, örnek olması gereken bu kişiyi karalayabiliyoruz. Verdiğimiz mesaj nedir peki? Para, futbol aileden önceliklidir mi?
Bir futbolcuyu örnek olarak yüceltirken sadece futbolsal yeteneklerine bakmamak yetiştirmek istediğimiz gençler açısından çok çok önemli.


Yazının başında da belirttiğim gibi Emre gibi sporculara tanınan müsamaha tüm sorunlarımızın kaynağı değil tabi ki ama sonuç olarak gençlerin önünde ki önemli modeller hep sorunlu Süreyya Ayhan ve antrenörü, Gökdeniz Karadeniz, Tanju Çolak, Emre Belözoğlu, Fatih Tekke gibi kahramanlar ülkemize zararlı. 


Sayın Rıdvan Dilmen özellikle hırsın önemi vurguluyor yorumlarında, fakat bizde hırs kavga anlamına geliyor oysa hırs kavga, dövüş gerektirmiyor. Bir Alex'in hırssız olduğunu, bir Mesut'un hırssız olduğunu  düşünenler çok yanılıyor, fark onların hırslarını doğru kontrol edip, doğru yönlendirmesi.



Hayatın en büyük okulu...

"Spor demek hayat demek" gibi mikrodalga yemeği tadında bir laf etmek beni de üzüyor ama kaçarı da pek yok. Spor aslında her şey gibi tadında kararında olduğu zaman sağlıklı, faydalı fakat hayattaki tüm diğer unsurlar gibi fazlasının da, azının da zararı var (nasıl ama? Klişe demek bile yetersiz kalır...). Neyse, benim esas sporda önem verdiğim sporun eğitici ve gerçek hayata ayna tutan yönleri. Şimdi sporun bize vermesi gereken (alabilme faktörü de önemli tabi) bir kaç bayatlamış ama hala çoğumuz tarafından (özellikle canım ülkemizde) idrak edilememiş spor dersleri:
1. Sonuna kadar mücadele etmek, bir amaca kitlenmek
2. Kendimizi aşmak, verebileceğimizin tümünü mücadeleye yansıtmak
3. Başımız dik kaybetmeyi bilmek
4. Rakibe saygı duymak, etik olabilmek
5. Öncelikleri bilmek, savaşta her şey mübah değildir dersini almak
6. Kaybedince rakibinin elini içtenlikle sıkabilmek
7. Kaybedince rakipten ziyade daha iyisini yapabilmeye, olmaya hırslanmak
8. Birlikten güç doğduğunu bilmek
9. Paylaşmak
10. Kendimizi tanımak, yerimizi bilmek
11. Nefsimizi kontrol edebilmek
12. Disiplinli olmak
13. İletişim kurmak


Ülkemizde spor ne kadar önemli bir yer tutsa da, bunların ne kadar millet olarak uzağında kaldığımız size de enteresan geliyor mu? Bu blog içerisinde tüm bu konuları güncel konularla (yani futbol ağırlıklı olarak tabi...ben de bu yurdun insanıyım günün sonunda) ele almaya çalışacağız...Ülkeyi kurtarmasak da ülkenin sporunu kurtaracağız. Aynı zamanda da tabi maçlar, oyuncular, direktörler, tahminler konulara müdahil olacaklar... 


Hatta konuyu hemen iyicene sulandıralım: bu hafta Istanbul BŞB kaybetmeyecektir, kazanmaya bile yakındır... IDDIA!!!!


Sevgiler, saygılar... 


(picture from dreamstime.com)